25 Haziran 2010 Cuma
19 Şubat 2010 Cuma
Kabuslar Yeniden..

Kalkmak için yatağın kenarından sarkan ayakları soğuk zemine değince irkildi birden.. Ne kadar soğuk bir geceydi bu böyle.. Oysa henüz ağustos sonlarındaydılar, sonbahar bile göstermemişti yüzünü.. Sandalyenin üzerindeli şalına uzandı artık titremeye başladığını farkettiğinde.. Kalkmadan önce yatağın altına doğru eğilip terliklerini bulmaya çalıştı karanlıkta.. Yer o kadar soğuktu ve öylesine üşümeye başlamıştı ki birden, tabanlarını yeniden zemine değdirecek cesareti bulamadı kendinde.. Bir eliyle kaldırdığı yatağın örtüsünün altından eğilmiş, terliklerini görmeye çalışıyordu. Oda da bir karaltının hareket ettiğini sanarak doğruldu aniden.. Az kalsın düşüyordu. Az önceki kabustan sonra terden alnına yapışan saçları, eğildiğinde iyice karışmış görmesine engel oluyordu. Hızlanan nefesi soğuk odada artık gözle görülür bir buhar halini almaya başlamıştı.. Şalını üzerinde tutmaya çalışarak gözünün önündeki saçlarını ayırıyor bir yandan, bir yandan da yatağın üzerinde ayaklarını altına toplamış sırtını duvara dayayarak etrafını görmeye çalışıyordu.
"Uyanmadım herhalde.." diye geçirdi bir an içinden.. Durdu eliyle arkasındaki duvarı yokladı.. Soğuktu.. Yatağın üzerinde gerileyrek biraz daha yaklaştı duvara. "Hayır" dedi "Uyanmadım daha". Ne kadar öyle kaldığını hatırlamıyordu. Boynundan akan teri farkettiğinde odanın yeniden eski sıcaklığına döndüğünü anladı.. Hatta belki daha da sıcaktı öncesinden.. Dakikalardır duvara dayalı kırpırdamadan durmaktan, bütün kasları gerilmişti. Ağrıyan bacaklarını öne doğru uzatırken yine temkinle etrafına bakıyordu.. Ayağa kalkabilmek için bir kaç dakika geçmesi gerekti. Yer, az önceki kadar soğuk değildi. "Yeni uyanmış olmalıyım" dedi kendi kendine yeniden.. Banyoya doğru yürüdü, yüzünü yıkayıp açılmak istiyordu artık, bu kabusa devam edecek dermanı kalmamıştı. Işığı açıp aynadaki kırmızı yazıyı gördüğünde çığlık atamayacak kadar nefesi kesilmişti oysa..
"Imprecor...."
4 Şubat 2010 Perşembe
Küçük Kız Biggeee

Bu hayatta herkesi siktir etmeyi öğrendim...

Cennetimi Beklerken, cehennemime kavuşmak...

Cehennemlerinden bana gülerek baktılar. Zehirlerini tekrar ve tekrar üzerime püskürtüler. Korkumla yüzleştirdiler beni. Sonra kullanılmış bir mendil gibi beni kenara fırlattılr. Ölmeyi hakkediyorlardı. Kanları süzgeçten geçirtmek istiyordum. Pisliklerini yedirmeliydik onlara bizden, benden ne istiyorlardı ki... Kendi mezarımda bile rahat edemiyordum. Ağlıyor ve yine ağlıyordum. Değien birşey yoktu. Gözlerimden akan yaşları baş parmağımla sonrada işaret parmağımla zarifçe sildim. Sonra kafamdaki bir ağrıyı dindirmeye çalıştım. Burnumun ucu sızlıyordu. Kafamın yan tarafından matkaplarını sokuyorlardı. Bu işkenceye daha ne kadar dayanabileceğimi düşünemiyordum. Sadece burnuma gelen küf kokusunu ve başımdaki inanılmaz acıyı hissediyordum. Acıya yoğunlaştıkça ölümün geldiğini görüyordum. Artık uzakta gördüğüm beyaz ışık yavaş, yavaş bana yaklaşıyordu. Ölüm acıyla gelen bir tatlı gibiydi. Işık yaklaştıkça gözlerimdeki perde kalkıyordu. Işık daha çok büyüyor ortalığı aydınlatıyordu. Sonra beni içine katarak uzaklara götürmeye hazırlanıyordu. Işığa girdim artık gözlerim herşeyi görüyordu. Uçuşan parıltılılar güneşteki toz toplarına benziyorlardı. Melekler... Sonra beni büyük bir tünelin içinden geçirdiler. Kapkaranlık bir tünel yalnızdım artık bedenden çok ruhtan başka birşey değildim. Beni bir çimenliğin içine attılar. Çimenlerin içinde sürünerek hareket etmekteydim. Sonra ellerim birşeyi buldu. Gözlerim bu ışığa bakamıyordu. Ne gördüğümü anlayamıyordum. Yüce bir varlıktı... Elinde tuttuğu kitabın sayfalarına baktıktan sonra melekler uzaklaştılar. Yerden çıkan bir el beni içine doğru çekti. Şimdi tabutun içinde yer altına doğru iniyordum. En son hatırladığım zehirden ve ateşten oluşan bir zebaninin beni ateşin içine çekişiydi. Her taraf inanılmaz sıcaktı. Gözlerimin içinden lavlar akıyordu. Zebaniler türlü, türlü aşalamalar yaparken koşmaya başladım. Simsiyah bir deniz vardı ve benim gibi koşan herkez. Şimdi kumsaldaydım. Arkamda bıraktığım ateşe gülerek bakarken birşey fark ettim. Etrafımızda binlerce örümcek ve akrep vardı. Örümcek pis ve siyah gözlerini bana dikti. Denize baktım pislik ve kemiklerle doluydu. Örümceğin kıllı bacaklarının arasından koşarak ateşe döndüm. İğrenç bir işkenceydi. Her gün yine ve yine ateşle beslendim. Cezam bittiğinde ateşler birden gül bahçesine döndü. Bir kız bana elini uzattı. Ve artık göklerin arasına kurulmuş bir ülkedeydim. Herşey vardı. Dünya ile birebir bir yerdeydi. Arkadaşlarımı ve tanıdık ölmüşleri gördüm. Onların arasına girdim. Binbir türlü yiyecekler ikram edildi. Saraylarda yaşıyorduk. Hayvanlarla konuşabiliyorduk. Herşey vardı ne istersen... O kadar çok acıdan sonra sonsuz yaşamıma tutunmama yardım etti cennetim. Cehennemimi artık istemiyordum. Bana bunu yapanlar şimdi mezarlarında öylece yatıyorlardı. Çınar gibi devrilen babalar, analar oradaydı. Onlarında hataları vardı. Bana bunu yapanlar benle birlikte sonsuza kadar içimde kalacak. Artık sessizlik ve sakinlik... Bende bilirim medusa'yı bende bilirim... Ve Tanrım yarattığın cehennemine kısıl...
30 Ocak 2010 Cumartesi
"Şakayı Yerine Getir" İntikam

Aytaç dükkanın içine girdi. Ryuka kahvesini içiyordu. Aytaç "Bu dükkanın adı ne anlama geliyor?" dedi. Ryuka gülümseyerek "Bütün duaları gerçekleştirebilirim" dedi. Aytaç ağlayarak Ryuka'ya "O zaman kedi ve köpeğimi hayata döndür" diye fısıldadı. Ryuka "Şaka mı yerine getirirsen kabul ederim" dedi. Aytaç'a bir bıçak ve üstünde İbranice yazılar olan bir tahta hediye etti. Aytaç dükkandan çıktıktan sonra evine döndü. Eşyaları oğlu görmeden bodruma sakladı. Aytaç'ın gözleri kızardıktan sonra gerçek rengine geri döndü. Ağlamaklı bir sesle "Oğlum benim için birşey yapar mısın? "dedi. Oğlu anlamsız gözlerle ona baktı. Aytaç "Gel ve anneciğine bir iyilik yap" diye bağırdı. Oğlu annesine sımsıkı sarıldı. Aytaç "Cezalı cezasını çekecek" dedi.
Şenay'ın kızı Doğa bahçede bisikletiyle geziyordu. çarşafların arasında bir gölge belirdi. Doğa bir süre ona gülümsedikten sonra gelen rüzgar ve fırtın ile ortadan kayboldu. Şenay dışarıya çıktı ve "Doğa" diye seslendi. Doğanın yan yatmış ve tekerliğine kan bulaşmış bisikletine bakarak ağlamaya başladı. Ryuka çığlığı dinledikten sonra grafona bir müzik yerleştirdi. Şehirde hafif bir müzik yayılmaya başladı. Aytaç doğayı oğluyla birlikte bodrumdaki sandalyeye bağlamıştı. Oğlu titreyen elleriyle bıçağı aldı. Kızın bağlarını çözecekken Aytaç "Hayır, cezalarını çekmeliler" dedi. Oğlu bu sefer makası aldı. Ve doğanın saçlarını kesmeye başladı. Kızın gözyaşları elbisesini ıslatırken, Aytaç kızın önüne tahtayı yerleştirdi. Ve "Anastique Babistarika" dedi. Bıçağı hafifçe alnına sağladı. Akan kanlar tahtadan ateş çıkardı. Kasabaya gelen fırtına ve kar artık işlerin bundan sonra asla yolunda gitmeyeceğinin garantisiydi. Köpek ve kedi tekrar hayata dönmüştü. Ama artık onlar karanlığın birer askeriydi. Ryuka bembeyaz parlak dişlerinle kocaman bir kahkaha attı.
29 Ocak 2010 Cuma
Açılış...

Şenay dükkanın kapısını yavaşça açtı. Ryuka adlı dükkan sahibine gülümsedi. Ryuka "Hoşgeldiniz. İlk müşterim sizsiniz. İstediğiniz herşeyi burada bulacaksınız" diye seslendi. Şenay eşyalara bakmaya başladı. Sonra sorgulayan gözler ile eşyaları dikkatlice inceledi. Ryuka çıkardığı küçük iğneyi masasına çaktı. Şenay birden gördüğü elbiseye sarıldı. Elbiseyi alarak Ryuka'nın yanına geldi. Şenay "Bunu istiyorum ne kadar?" diye sordu. Ryuka "Burada paran geçmez sadece karşılığında küçük bir şaka yapmanı istiyorum" dedi. Şenay "Ne şakası?" diye sorduğunda Ryuka onun kulağına birşeyler fısıldadı. Şenay'ın gözlerinin rengi grileşmeye başladı. Şenay elbiseyi alarak koşarak evine geri döndü. Doğruca yatak odasına çıktı. Siyah gözlüklerini taktı. Ve siyah elbiseyi denedi. Ona tam olmuştu ki elbise fısıldadı "Şakayı yerine getir"!
Biliyorum...

İşte küçük bloglara özgü bir yaşantı yeri yeniden blogumuza hoş geldiniz. Kabul edilen dualar kim bilir içinde ne tür yazılar var "Kim bilir?"...Alacakaranlık kuşağına benzeyen yazılar mı var ki? Belli mi olur, anlatıcı ne anlatırsa blog takipçileri onu bilirler. Önce dualarınızı edin sonra sohbetimize devam edelim. Amin. Benim küçükken yaşadığım şehir pek güzel bir şehir değildi.Motorsikletli çocuklarla çayırda seks yapan kızlar harç diğer iyi insanlarla dolu bir kasabanın içinde yaşardık.Motorsikletli çocuklarla ilgili verdiğim örneğe benzeyen olaylar yaşandığı kasabamızda buna benzer olaylar yaşanıyordu sanırım. Dini inançlarına sahip çıkmayan insanların asıldığı, gizli aşıkların kurşuna dizildiği, kin duygularının ve gizli sırların olduğu bir yer...Ra'nın gözü önüme aksın ki böyle. Ve hatta büyük dedelerin günlerini renklendirmek için anlattığı korkutucu hikayelerin yerinin olduğu kasaba... Şimdi tekrar önce baktığınız yere bakın. Kokoşların kokoşunu değil bu sefer benim en sevdiğim arkadaşımı görecesiniz. Hayır, pucca değil Aytaç benim en sevdiğim arkadaşım.
Buraya daha önce geldiniz, geldiniz ya ben gördüğüm suratları asla unutmam. Ama artık herşey değişmek üzere ben herşeyi bilirim. Hissediyorum arkadaşlar. Fırtına yaklaşıyor.
Kokoşlar Kokoşu

Ama yavaş, yavaş ve sindire, sindire anlatmamız lazım bunları... Ben kendini, kendini yiyip bitirenlerden değilim bu konular sadece insanın kafasını yorarak ağrıtır. Dünyada içine sıçılacak o kadar çok şey var ki şeyleri üst üste koysan tam orgazm'ın doruğuna oluşan bir çiftin ahenki gibi olur. Tam iyi bir benzetme olmadı çünkü hesas aklıma takılan şeyi size göstersem mi bilmiyorum bakın pucca geliyor evet sağ tarafa bakın kokoşlar kokuşu!!! {Merhaba, merhab, merhaba} Kabul edilen dualar bloguna hoş geldiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)