19 Şubat 2010 Cuma

Kabuslar Yeniden..

Aytaç ter içinde uyandığında sabah olmak üzereydi.. "Hayır..." dedi yüksek sesle.. Yıllardır görmediği bir kabustu bu, neredeyse yirmi yıl..  Yirmi yıl önce bu kabuslar başladığında her gece çığlıklar atarak uyanırdı uykularından.. Duruma bir çare üretemeyen ailesi, sonunda büyük annesinin eskiden beri tanıdığı o adamın evine giderek yardım istemelerine karar vermişlerdi. Büyük annesinin elini bırakmadan dinlediği adamın gözleri hala hatırındaydı.  Bir çeşit öngörüden bahsettiğini hatırlıyordu. Rüyasında gördüklerinin gelecekte olacak bir şeylerin habercisi olduğundan..  Büyük annesi yol boyunca taşıdığı büyükçe siyah torbayı adama verdikten sonra ayrılmışlardı yanından. O yıllardan beri yastığının altında duran meşin keseye uzandı eli.. O keseyle uyumaya başladıktan sonra bir daha hiç kabus görmemişti,  ta ki bu geceye kadar..

Kalkmak için yatağın kenarından sarkan ayakları soğuk zemine değince irkildi birden.. Ne kadar soğuk bir geceydi bu böyle.. Oysa henüz ağustos sonlarındaydılar, sonbahar bile göstermemişti yüzünü.. Sandalyenin üzerindeli şalına uzandı artık titremeye başladığını farkettiğinde.. Kalkmadan önce yatağın altına doğru eğilip terliklerini bulmaya çalıştı karanlıkta.. Yer o kadar soğuktu ve öylesine üşümeye başlamıştı ki birden, tabanlarını yeniden zemine değdirecek cesareti bulamadı kendinde.. Bir eliyle kaldırdığı yatağın örtüsünün altından eğilmiş, terliklerini görmeye çalışıyordu. Oda da bir karaltının hareket ettiğini sanarak doğruldu aniden.. Az kalsın düşüyordu. Az önceki kabustan sonra terden alnına yapışan saçları, eğildiğinde iyice karışmış görmesine engel oluyordu. Hızlanan nefesi soğuk odada artık gözle görülür bir buhar halini almaya başlamıştı.. Şalını üzerinde tutmaya çalışarak gözünün önündeki saçlarını ayırıyor bir yandan, bir yandan da yatağın üzerinde ayaklarını altına toplamış sırtını duvara dayayarak etrafını görmeye çalışıyordu.

"Uyanmadım herhalde.." diye geçirdi bir an içinden.. Durdu eliyle arkasındaki duvarı yokladı.. Soğuktu.. Yatağın üzerinde gerileyrek biraz daha yaklaştı duvara. "Hayır" dedi "Uyanmadım daha". Ne kadar öyle kaldığını hatırlamıyordu. Boynundan akan teri farkettiğinde odanın yeniden eski sıcaklığına döndüğünü anladı.. Hatta belki daha da sıcaktı öncesinden.. Dakikalardır duvara dayalı kırpırdamadan durmaktan, bütün kasları gerilmişti.  Ağrıyan bacaklarını öne doğru uzatırken yine temkinle etrafına bakıyordu.. Ayağa kalkabilmek için bir kaç dakika geçmesi gerekti. Yer, az önceki kadar soğuk değildi. "Yeni uyanmış olmalıyım" dedi kendi kendine yeniden.. Banyoya doğru yürüdü, yüzünü yıkayıp açılmak istiyordu artık, bu kabusa devam edecek dermanı kalmamıştı. Işığı açıp aynadaki kırmızı yazıyı gördüğünde çığlık atamayacak kadar nefesi kesilmişti oysa..

"Imprecor...."


4 Şubat 2010 Perşembe

Küçük Kız Biggeee

Biggee'yi çözümlemek zordur aslında ama bir süre sonra onun Dna'sını bile bulabilirsiniz. Biggee başlarda avatarı yüzünden itici ve kendini beğenmiş bir kız olarak görünsede (Beni dövecek) aslında onun çok yazacak şeyi olan dertlerin içinde yolunu kaybetmeyen gerçek bir dost olduğunu göreceksiniz. O çölde yalnız bir kaktüs gibidir. Onu anlayan çok az bulunur. Çünkü herkes onun gibi duygularını bu kadar olumlu karşılayamaz. Dünyanın yuvarlak olmasına bile isyan eder. Bunun nedenlerinde kendini anlamanız için sizinle ateşli bir tartışmaya girebilir. Fakat ne kadar çok dostu var gibi görünse de herkes gibi yalnızdır çünkü onun sığınacağı bir liman yoktur. Bulduğu limanları da hep kandırıldığını düşünerek terk etmek ister. Yeni bir liman bulur, ama önceden yaşadığı olaylar yüzünden o limandan maalesef vazgerçer. Hayaller kurar fakat bir süre sonra onların olmayacağını bilir ve üzülür. Mutluluğun bile bir sonu olduğunu düşünerek ağlar. O hiçbirşeyi bilmez derler ama aslında çok şey bilir. O benim aciz kelimelerim ile anlatılacak bir dost değildir. Sadece sosyal yaşantının yüklediği anlamsız acılardan bıkmış usamış. 20'li yaşlarda hayattın gerçek anlamını arayan mısıra hayran, esmer bir erkekle kalbini paylaşmaya hazır. yardımsever ve iyi kalpli kimseyi kıramayacak kadar kırılgan fakat sert bir kızdır. Doğum gününde bu yazıyı hediye etmek isterdim. Ama iyi ki varsın Biggeee yani Pınar...

Bu hayatta herkesi siktir etmeyi öğrendim...

Bütün isimler, sözler ve çağrıştıkları anlamlar birbirlerine girdiler. Anlamlarını kaybettiler. Ve diğerleri... Artık konuşmanın bir anlamı kalmadı benim için zaten dinleyenim yok. Susmak istiyorum ama susamıyor konuşmak istiyorum. Ruhumda artık hiçbir şey hissetmiyor. O eski heyecan kalmadı bedenimde ve kalbimde. Artık kimse için öyle atmıyor kalbim. Mutsuzluk şekil değiştirerek, yaklaşıyor artık yanıma... Siyah yine siyah olabildiğince... Karışıklık... Niye yazıyorum bunları sizlere bilmiyorum. Ama bildiğim birşey var ki içimde kalmalı bu sözler bu düşünceler... Yazmaktan kim ölmüş ki (Marquis De Sade) :) Bende yazayım ölene kadar damarlarımda bir damla kan kalmayana kadar yazayım. Bu değildi söylemek istediğim asıl söylemek istediğim ne kadar çok susmak istediğim. Beni anlayan var mı bu kadar çok anlamsız söz arasında tespit eden var mı benim hastalığı mı? Kocaman bir ağırlık var üstümde artık. Ve tekrar ölmeyi bekliyorum. Arkamda bırakacakları düşünmüyorum. Siktir et gitsin diyorum. bU hayatta hiç birşey kafana takmayacaksın.Yaşlı bir amca diyor bana hastanede "Bu hayatta herkesi siktir etmeyi öğrendim..." ne kadar haklı değil mi ama ben siktir edemiyorum. Kullanılmaya müsait bir aptalım ben...

Cennetimi Beklerken, cehennemime kavuşmak...

Cehennemlerinden bana gülerek baktılar. Zehirlerini tekrar ve tekrar üzerime püskürtüler. Korkumla yüzleştirdiler beni. Sonra kullanılmış bir mendil gibi beni kenara fırlattılr. Ölmeyi hakkediyorlardı. Kanları süzgeçten geçirtmek istiyordum. Pisliklerini yedirmeliydik onlara bizden, benden ne istiyorlardı ki... Kendi mezarımda bile rahat edemiyordum. Ağlıyor ve yine ağlıyordum. Değien birşey yoktu. Gözlerimden akan yaşları baş parmağımla sonrada işaret parmağımla zarifçe sildim. Sonra kafamdaki bir ağrıyı dindirmeye çalıştım. Burnumun ucu sızlıyordu. Kafamın yan tarafından matkaplarını sokuyorlardı. Bu işkenceye daha ne kadar dayanabileceğimi düşünemiyordum. Sadece burnuma gelen küf kokusunu ve başımdaki inanılmaz acıyı hissediyordum. Acıya yoğunlaştıkça ölümün geldiğini görüyordum. Artık uzakta gördüğüm beyaz ışık yavaş, yavaş bana yaklaşıyordu. Ölüm acıyla gelen bir tatlı gibiydi. Işık yaklaştıkça gözlerimdeki perde kalkıyordu. Işık daha çok büyüyor ortalığı aydınlatıyordu. Sonra beni içine katarak uzaklara götürmeye hazırlanıyordu. Işığa girdim artık gözlerim herşeyi görüyordu. Uçuşan parıltılılar güneşteki toz toplarına benziyorlardı. Melekler... Sonra beni büyük bir tünelin içinden geçirdiler. Kapkaranlık bir tünel yalnızdım artık bedenden çok ruhtan başka birşey değildim. Beni bir çimenliğin içine attılar. Çimenlerin içinde sürünerek hareket etmekteydim. Sonra ellerim birşeyi buldu. Gözlerim bu ışığa bakamıyordu. Ne gördüğümü anlayamıyordum. Yüce bir varlıktı... Elinde tuttuğu kitabın sayfalarına baktıktan sonra melekler uzaklaştılar. Yerden çıkan bir el beni içine doğru çekti. Şimdi tabutun içinde yer altına doğru iniyordum. En son hatırladığım zehirden ve ateşten oluşan bir zebaninin beni ateşin içine çekişiydi. Her taraf inanılmaz sıcaktı. Gözlerimin içinden lavlar akıyordu. Zebaniler türlü, türlü aşalamalar yaparken koşmaya başladım. Simsiyah bir deniz vardı ve benim gibi koşan herkez. Şimdi kumsaldaydım. Arkamda bıraktığım ateşe gülerek bakarken birşey fark ettim. Etrafımızda binlerce örümcek ve akrep vardı. Örümcek pis ve siyah gözlerini bana dikti. Denize baktım pislik ve kemiklerle doluydu. Örümceğin kıllı bacaklarının arasından koşarak ateşe döndüm. İğrenç bir işkenceydi. Her gün yine ve yine ateşle beslendim. Cezam bittiğinde ateşler birden gül bahçesine döndü. Bir kız bana elini uzattı. Ve artık göklerin arasına kurulmuş bir ülkedeydim. Herşey vardı. Dünya ile birebir bir yerdeydi. Arkadaşlarımı ve tanıdık ölmüşleri gördüm. Onların arasına girdim. Binbir türlü yiyecekler ikram edildi. Saraylarda yaşıyorduk. Hayvanlarla konuşabiliyorduk. Herşey vardı ne istersen... O kadar çok acıdan sonra sonsuz yaşamıma tutunmama yardım etti cennetim. Cehennemimi artık istemiyordum. Bana bunu yapanlar şimdi mezarlarında öylece yatıyorlardı. Çınar gibi devrilen babalar, analar oradaydı. Onlarında hataları vardı. Bana bunu yapanlar benle birlikte sonsuza kadar içimde kalacak. Artık sessizlik ve sakinlik... Bende bilirim medusa'yı bende bilirim... Ve Tanrım yarattığın cehennemine kısıl...